Es-Sıddîk Cami’de Cuma Hutbesi
Ey Müslümanlar! Ey Müminler! İttiba etmek kolay değildir. Birgün düşüp birgün ayakta kalmak, çok sık yaşanan bir durum. Efendimiz (sav)’in sünnet-i seniyyesini bütünüyle yüzde yüz uygulamamız zor da olsa, bunu yapmaya mecburuz. “Zor”dan kastımız şudur: (Bir rivayete göre) Adamın biri Resûlullah’a gelerek: “Yâ Resûlullah! Islam'ın hükümleri bana zor gelmeye başladı. Bana, yapabileceğim kolay bir ibadetten haber verin.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sav): “Dilin sürekli zikrullah ile meşgul olsun!” buyurdu. Yani, dilimiz gıybet ve iftira ile değil; tam tersine Allah’ı zikrederek, salavât-ı şerifeler getirerek, Kurân-ı Kerim okuyarak veya işimizi yaparak meşgul olmalı. Resûlullah (sav), Allah’ın buyurduğu üzere Müslümanlara şöyle hitapta bulunur:
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيم
Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm.
De ki:“Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âli İmrân, 3/31)
Bizler Resûlullah’a uymaya çalışıyoruz, ancak önümüzde bir sürü engel var. Önünde bir sürü engel olmasına rağmen hiç yılmadan ilerleyen kulunu Allah (cc) çok sever ve Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar arasında en fazla engele maruz kalan kişi benim. Omuzlarımda ümmetimin ağır yükünü taşıyorum.” O, hergün ne yaptığımızı görüp kimin doğru ve kimin yanlış olduğunu biliyor. Haliyle, bütün bunlar onun üzerine yük değil midir?
Cenâb-ı Hakk, Efendimize: “Yâ Muhammed! Sırtında taşıyamayacağın ağırlıkta yük olduğunu biliyorum, ama Ben o yükü üzerinden kaldırıyorum.” buyurdu; çünkü Ümmet-i Muhammed’in yükü çok fazla. Efendimiz (sav), o ağırlığın üzerinden kaldırılması için Cenâb-ı Hakk’ın ilahi müdahalesine başvurdu ve Allah (cc) ona: “Yâ Muhammed! Ümmetinin yükünü taşıyabilmen için göğüsünü açıp genişletiyorum!” buyurdu. Demek oluyor ki, bu öyle (düşündüğümüz gibi) kolay bir şey değil, aksine çok ağır bir şeydir. Allah (cc) şöyle buyurdu: “Ben o yükü alıp, seni ondan kurtarıyorum ve ne zaman (ümmetinden) üzerine bir yük gelse, hemen o yükü kaldırıp onları affediyorum.”
Nedir bu yük? Ümmetin yükü. Efendimiz (sav), masum olduğundan onun üzerinde hiçbir günah veya hata bulunmaz; bu nedenle, (o yüke sebep olan hatalar) bizim hatalarımızdır. Cenâb-ı Hakk, bunu Kurân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ
Elem naşrah leke sadrak, ve vedağnâ anke vizrak, ellazî engada zahrak, va rafağnâ leke zikrak.
(Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Senin şânını yükseltmedik mi? (İnşirah Sûresi, 94/1-4)
“(Yâ Muhammed!) Biz senin mutluluğunu genişlettik. Ben senin mutlu olmanı istiyorum! Onları senin hürmetine affediyorum, başka kimse için değil. Sana onlar adına Benim Huzurumda şefaat etmeyi bağışlıyorum ve onları sırf senin için Cennetime koyuyorum!” Efendimiz (sav) kendisi için, “Peygamberler arasında en çok zorluk çeken benim.” dediyse eğer, peki normal insanlara ne demeli? Kendi kavmi ve öz amcaları tarafından onca eziyetlere ve işkencelere maruz kalan Efendimiz'in çektiğini, kimse çekmemiştir. Öyleyse nedir beklentimiz? Çok dikkatli olmalıyız. Ne yapmamız gerektiği konusunda dikkatli davranmamız lazım. Allah (cc), bizim mücadele verdiğimizi ve tövbe ettiğimizi görünce memnun olur. Bir hataya düşersen hemen tövbe et; o hatayı işlediğini sakın unutma. Çünkü Efendimiz (sav) bizlere bazı hadislerinde bildirmiştir ki, bunlardan bahsetmek kolay değildir. Mağfiretten söz etmek istiyorsanız eğer, inşallah bütün insanlar Efendimiz'in (sav) şefaati ile Allah’ın mağfiretine mazhar olacaklardır.
Lakin bakın, ne derece Allah (cc) hüküm verecek. Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
عَنْ أَبِي ذَرٍّ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنِّي أَرَى مَا لَا تَرَوْنَ وَأَسْمَعُ مَا لَا تَسْمَعُونَ أَطَّتْ السَّمَاءُ وَحُقَّ لَهَا أَنْ تَئِطَّ مَا فِيهَا مَوْضِعُ أَرْبَعِ أَصَابِعَ إِلَّا وَمَلَكٌ وَاضِعٌ جَبْهَتَهُ سَاجِدًا لِلَّهِ وَاللَّهِ لَوْ تَعْلَمُونَ مَا أَعْلَمُ لَضَحِكْتُمْ قَلِيلًا وَلَبَكَيْتُمْ كَثِيرًا وَمَا تَلَذَّذْتُمْ بِالنِّسَاءِ عَلَى الْفُرُشِ وَلَخَرَجْتُمْ إِلَى الصُّعُدَاتِ تَجْأَرُونَ إِلَى اللَّهِ لَوَدِدْتُ أَنِّي كُنْتُ شَجَرَةً تُعْضَدُ
İnni erâ mâ lâ teravne ve esme`u mâ lâ tesme`ûn, ettat es-semâu ve hukka lehâ en tuitta mâ fîhâ mevdi`u arba`i esâbi`a illâ ve melekun vâdi`un cebhetehu sâciden lillâh. Vallâhi lev te`lemûne mâ `alemu le-dahiktum galîlen ve le-bekeytum kesîran ve mâ telezzeztum bin-nisâi `alel-furuşi ve le-harectum iles-su`udât tecârûne ilaLlâhi le-vedidtu ennî kuntu şeceraten tu`dad.
Ben sizin görmediğinizi görüp, duymadığınızı işitiyorum; gök, yükünü çekemez olmuş, neredeyse çökecek, hem de çökmek onun hakkı olmuştur artık. Melekler Allah’a secde etmek üzere başlarını göğün her tarafına koymuşlar; öyle ki, gökte birkaç parmaklık dahi yer kalmamıştır. Allah’a yemin ederim ki, benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız. Yataklarınızda hanımlarınızdan bile tat alamaz hale gelir, dağlara tırmanır ve Allah’a sığınırdınız. (Tirmizî)
“Benim duyduklarımı duysanız ve benim görebildiklerimi gerçekten görebilseniz...” Bu demek oluyor ki, hiç kimse Resûlullah’dan daha iyi göremez. Resûlullah (sav) Eshâb-ı Kirâm’a (ki onların izinden gitmeyi ümit ediyoruz.) dedi ki: “Benim duyduklarımı duysaydınız ve benim gördüklerimi görseydiniz çok ağlar, az gülerdiniz.”
Ve Seyyidina Abdullah b. Ömer (ra)’den rivayete göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ : "مَنْ تَرَكَ الصَّلاةَ سُكْرًا مَرَّةً وَاحِدَةً ، فَكَأَنَّمَا كَانَتْ لَهُ الدُّنْيَا وَمَا عَلَيْهَا فَسُلِبَهَا ، وَمَنْ تَرَكَ الصَّلاةَ سُكْرًا أَرْبَعَ مَرَّاتٍ كَانَ حَقًّا عَلَى اللَّهِ أَنْ يَسْقِيَهُ مِنْ طِينَةِ الْخَبَالِ " ، قِيلَ : وَمَا طِينَةُ الْخَبَالِ ؟ قَالَ : " عُصَارَةُ أَهْلِ جَهَنَّمَ "
Men terakes-salâte sukran merraten vâhideten fe-ke-ennemâ kânet lehud-dunyâ ve mâ `aleyhâ fe-sulibehâ. ve men terakes-salâte sukaran arba`a merrâtin kâne hakkan `alaLlâhi en yesgiyehu min tînetil-hubâl. gîle: ve mâ tînetil-hubâl? gâl: `usâratu ehli cehennem.
"İçki içen kimsenin kırk gün namazı kabul olmaz. Tövbe ederse, Allah tövbesini kabul eder. Yine içki içmeye dönerse, Allah kırk gün onun namazını kabul etmez. Tövbe ederse, Allah yine tövbesini kabul eder. Yine içki içmeye dönerse, Allah kırk gün onun namazını kabul etmez. Tövbe ederse yine tövbesini kabul eder. Dördüncü sefer içki içmeye devam ederse, yine kırk gün o kimsenin namazını kabul etmez tövbe etse bile tövbesini de kabul etmez ve ona Cehennem’de içki olarak Habal nehrinden içki içirir.” Bunun üzerine,“Habal nehri nedir?” diye sordular. Dedi ki: “Cehennemliklerin irinlerinden meydana gelen bir ırmaktır." (Tirmizî; Ebû Dâvûd, Eşribe: 5; İbn Mâce, Eşribe: 1)
Bir yudum içki içen kimsenin kırk gün sabah namazı yüzüne fırlatılır. Bir yudum dahi alsa, Allah’ın rahmetinden kırk gün mahrum kalır. Tövbe edip af dilerse, Allah tövbesini kabul eder. Aynı şeyi tekrar yaparsa ve tövbe ederse, Allah tövbesini kabul eder. Üçüncü kez yaparsa, Allah yine tövbesini kabul eder ve dördüncü seferinde, yok, işte o zaman tövbesi kabul olunmaz!
Ey Müslümanlar! Birçok namaz kılan Müslüman var ki, ben onları biliyorum, sosyal ortamlara katıldıklarında içki içerler. Onlara “Niye içiyorsun?” diye sorunca, “Kendimizi ötekilerden farklıymış gibi gösteremeyiz." derler. Hayır, sen tabiki farklısın! Onlar bir şeye inanıyor, sen başka bir şeye. Onlar gibi giyiniyor olabilirsin, ancak Cenâb-ı Hakk sana “İçki içme!” diyor ve sen içiyorsun. İslam şeriatı ve prensiplerine çok dikkat etmeliyiz.
Ebu Hureyre (ra), Resûlullah (sav)’den şunu nakletmiştir:
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ، عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ قَالَ : مَنْ كَانَتْ عِنْدَهُ مَظْلَمَةٌ لأَخِيهِ فِي مَالٍ أَوْ عِرْضٍ فَلْيَأْتِهِ فَلْيَتَحَلَّلْهُ مِنْهَا مِنْ قَبْلِ أَنْ تُؤْخَذَ مِنْهُ وَلَيْسَ ثَمَّ دِينَارٌ وَلا دِرْهَمٌ ، فَإِنْ كَانَتْ لَهُ حَسَنَاتٌ أُخِذَ مِنْ حَسَنَاتِ صَاحِبِهِ ، وَإِلَّا أُخِذَ مِنْ سَيِّئَاتِ صَاحِبِهِ فَطُرِحَ عَلَيْهِ
Men kânet `indehu mazlemetın li-ahîhi fî mâlin ev `irdin fel-yâtîhi fel-yetehallelhu minhâ min gabli en tu’hazu minhu ve leyse summe dînârun ve lâ dirhamun fe-in kânet lehu hasenâtun uhiza min hasenâti sâhibihi ve illâ uhize min seyyiâti sâhibihi fe-turiha `aleyh.
Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı (altın ve gümüşün geçmediği) hesap günü gelmeden helalleşsin. Aksi takdirde o gün, salih bir ameli varsa, o yaptığı haksızlık ölçüsünde kendinden alınır. Eğer iyiliği yoksa, hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir. (Buhârî ve Tirmizî)
Bu tür olaylar günümüzde çok yaşanıyor. Kardeşler ve yabancılar birbirlerini yiyiyorlar ve Peygamber Efendimiz (sav) böyle bir sorunla karşılaşan, Müslümanlardan veya başkasından para alan bir kimsenin, ölüm gelmeden derhal geri dönüp o kişiyle helalleşmesi gerektiğini söylemiştir. Aldığı parayı ödememişşe eğer ve parası yoksa, Allah (cc) onun salih amellerini alır. Eğer salih ameli kalmamışsa o zaman hak sahibinin günahlarını alır ve parasını alan kimseye yükler.
Ey Müslümanlar! Allah (cc) adaleti sever. Eğer adalet yoksa, Allah (cc) “el-`Adil,” Adaletli Olan’dır! Hayatında adalet hüküm sürmez, onu bunu aldatır ve kardeşlerinin arkasından gıybet edersin. Kurân-ı Kerim ayetlerinde, Allah (cc) bunu yasakladı ve Efendimiz (sav) de bunu yasakladı.
من أخذ شبرا من الأرض ظلما ، فإنه يطوقه يوم القيامة من سبع أرضين
Men uhize bi-şibran min el-ardi zulmen fe-innehu yetûgahu yevm el-kiyâmet min seb`a eradîn.
Kim bir karış toprağı zulüm yoluyla ele geçirirse, Allah kıyamet gününde yedi kat toprağı onun boynuna tasma gibi takar. (Şevkânî)
Bizim ülkelerimizde, sınırları ayırmak için direkler yok. Pakistan ve Bangladeş’de kayalar kullanırlar. Kırsal bölgelerde komşu olmalarına rağmen, “Bu arazi parçası benim, o parça senin” diye göstermek için toprakta taştan sınır oluşturmuşlar ve birisi kendi sınırını bir karış geçerse, Allah (cc) yeri yaracak ve o kimse yedi kat yerin dibine girecek. “Seb`a erâdîn”in başka bir manası da olabilir; yedi gezegenin olması gibi yada Florida’da birisinin başına gelen olay misali de olabilir (yakın dönemde yatağında uyurken evinin altındaki lağım çukuru tarafindan yutulan adam). Demek oluyor ki, bir kişi başkasının sınırına bir karış geçse, Allah’ın cezasına mazhar olacak.
Ey Müslümanlar! Allah’ın rahmeti çok büyük ve sınırsızdır, ama bu (ceza) sadece bizi rayımıza oturtmak içindir ki, bazen tren raydan çıkabiliyor. Bazen ana raydan çıkıp sağa sola saparız, ama sonra Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti bizi geri getirir; onun için durmadan Allah’ın yolundan sapma!
İbn Kayyim’in “El-Cevâb El-Kâfi” kitabında geçen bir hadiste insanların en hayırlısının peygamberler olduğu bildirilmiştir:
كما أن خير التاس الأنبياء ، فشر الناس من تشبه بهم يوهم أنه منهم وليس منهم، فخير الناس بعدهم العلماء والشهداء والصديقون والمخلصون، وشر الناس من تشبه بهم يوهم أنه منهم وليس منهم
Kemâ en hayran-nâsi el-enbiyâ, fe şerrun-nâsi men teşebbe bihim yûhim ennehu minhum ve leyse minhum. Fe hayr en-nâsi be`dehum el-`ulemâ veş-shuhedâ ves-sıddıgîne vel-muhlisûne ve şerrun-nâsi men teşebba bihim yûhim ennehu minhum ve leyse minhum.
İnsanların en hayırlıları peygamberler olduğu gibi, en şerlileri de peygamber olmadıkları halde onlar gibi görünen, kendisinin onlardan olduğu vehmini veren kimselerdir. Peygamberlerden sonraki en hayırlı insanlar ise alimler, şehidler, sıddıklar ve ihlaslılar olduğu gibi, en şerlileri de onlardan olmadıkları halde, kendilerini onlar gibi gösteren kimselerdir.
Öylesine ki, Resûlullah (sav) Sahabelere (ra), “Sizce en kuvvetli imanı olan kimdir?” diye sorduğunda, Sahabeler, “Meleklerin imanı” ve daha sonra, “Peygamberlerin imanı...” diye cevap verirler. “İnsanların en hayırlısı peygamberler, en şerlileri de peygamberleri taklit eden ve karakter bakımından kendilerini onlar gibi göstermeye çalışan, lakin kibirlerinden dolayı en düşük karakterli kimselerdir.”
Peygamber Efendimiz (sav) bizi kibirden kurtarmaya çalışıyor:
انما بعثت لاتمم مكارم الاخلاق
İnnemâ bu`istu li-utemmimu mekârim el-ahlâk.
Ben ancak mekârim-i ahlâkı, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim. (Bezzar)
İnsanlar arasında dedikodu çıkaran, fitne fesat yayan kaba saba kimseler vardır; bunlar insanların en şerlileridir. Onları bir şey zanneder, onlara inanırsın; lakin onlar seni yanlış yola sürükler.
(Hadis devam eder.) “Peygamberlerden sonraki en hayırlı insanlar alimler, şehidler, sıddıklar ve ihlaslı olanlardır; en şerlileri ise kendilerini bu iyiler gibi gösteren kimselerdir ki, onlar gibi giyinir, onlar gibi konuşurlar. Halbuki bunlar insanların en şerlileridir ve insanları yanlış yola sevk etmeye çalışmaktadırlar.”
Cenâb-ı Hakk (cc) bizleri, herkesin, geçmiş bütün peygamberlerin ve onların ümmetlerinin, Hazreti Muhammed (sav)’in şefaatine koştukları o kıyamet gününde, Peygamber sancağının ve İslam sancağının altında doğru yol üzerinde sabit kılsın. Allah bizleri onun şefaatine nail eylesin!
(Dua)
(Cuma namazı)
http://sufilive.com/The_Best_of_People_and_the_Worst_of_People-4905.html
© Telif hakkı “Sufilive”a aittir. Bütün hakları saklıdır. Bu kopya, uluslararası fikir eserleri kanunu tarafından korunmaktadır. Lütfen paylaşırken, “Sufilive”a atfediniz. Allah razı olsun.