Go to media page Available in: Turkish   English   Bahasa  

Sultanul Evliya ile Röportaj

Sultanul Evliya

Mevlana Şeyh Nazım Adil El-Hakkani

Çarşamba, Şubat 2, 2011 Lefke, Kıbrıs

(Kıbrıslı Gazetesi direktörü, Doğan Harman’ın Mevlana Şeyh Nazım Efendi ile röportajı)

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Doğan bey? Teknoloji insanların leyhine mi aleyhine mi?

Gazeteci : Leyhine de olabilir aleyhine de.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Leyhine ne oldu, söyle birşey?

Gazeteci : Mesela sende konuşuyon ve rabbani amaçlan kullanıyon televizyonu.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Bütün milletler şimdi teknoloji devrindedir.

Gazeteci : Benim anladığım kadarıyla teknoloji insanları birbirinden uzaklaştırıyor.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Ondan daha doğru, daha geniş manasını söyleyim: teknoloji insanı tabiattan uzaklaştırmıştır. Halbuki tabiat ki bunlar uydurma söz ilen “doğa” derler, insanların anasıdır. İnsanı bırak, yani üzerinde yaşayan her mahlukun anasıdır. Onu sen ihmal ettiğinde, zehirlediğinde, hakaret ettiğinde, o da sana karşılığını vermez. Tabiat insanlara düşman kesilip çeşit türlü mikropların virüslerin anası olur. İnsanlara hücum eder. Eskiden bu kadar hastalık yoktu. Ne için? İnsanlar tabiat ile iç içeydi, anamdır diyerekten tabiatı severdi. Şimdi insanlar tabiatın üzerinde, üstünde gezmekten yoruluyor, istemiyor. Arabaların içerisinde, yani bir sürü mesele. (Gazeteciye hitaben) Şimdi orada (bu konuda) dur sen, ileriye gitme.

Şimdi meselemiz nedir? Meselemiz içinde bulunduğumuz hal. Bir parçasını söyledik biz aslında. Biz binde bir gibi bir meseleyi söyledik şimdi burada; 999’u durur. Peki şimdi bu bir hasbihaldir. Yani birbirimizi anlamak yolunda bir sohbet yapıyoruz burada. Yani biz aslında kimsenin aleyhinde değiliz. Lakin insanlığımıza aykırı olan, insanlığımızı törpüleyen, insanlığımızı kıymetten düşüren her yeni şeyi biz kabul etmeyiz. Her yenilikte bizim şahsiyetimizi törpüleyen birşey vardır. Onun için intibak etmemiz eski halimizden yeni bir eve çıkmış gibi oluyoruz. Bu eve ben alışkınım. Şimdi bu evin yerine beton bir binaya çıksak, içimiz buradaki gibi rahat olmaz. Ama betonda doğan bir kimse başka birşey görmemiş ki, eskiyi bilmemiş ki onun arzusu içerisinde olsun, yok. Ona gösterilen, “Bu tarafa bak, geriye bakma!” Geriye bakmayan insan insanlığını bulamaz, çünkü insanlık dünya üzerinde mevcut olduğu andan itibaren bir kıymet toplaması içerisinde her zamanda yeni bir kıymet toplamış, insanlığını olgunlaştırmak için çalışmış. Teknoloji devrimi derler. Geldi ve bütün maziyi inkar ettirdi, neyimiz varsa eskiden. Yanlız bize ait değil bu, bütün insanlara aittir.

Gazeteci : İnsanı Allah'tan ve tabiattan ve insanlıktan uzaklaştıran ne varsa, adına “yeni” deseler bile şeytan kadar eskidir. Doğru mu?

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Zaten şeytanın işidır o. Eski ustanın işidir bu.

Gazeteci : Eski usta da şeytan. Eski ustanın yeni oyunlarıdır bunlar. Çünkü sen eski deyince insanlar yenilikçiliğe karşıdır Şeyh Nazım efendi diyecekler. Öyle değil ama. İşin özü başka.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Yenilik insanlığa fayda getirmiş olsaydı beraber olurduk. Lakin dünya kurulalı, kurulmuş olan bir medeniyet var, bir insanlık var, insanlık anlayışı vardı. Malesef şimdi hepsini tak ettiler, sildiler ve yeni bir şahsiyet getiriyorlar insanlara ki uygun değil. Ama şimdi şöyliyeyim: makinalaşmış insanlar oluyor şimdi. Makinalaşmış insanı ne yapayım? Bunlar insanları robotlaştırmış. Başka birşey yok. Öyle olunca da insanların huzuru kalmamış malesef.

Bizim olduğumuz yer ufak bir nokta gibidir haritanın üzerinde. Şimdi siz gazetecisiniz, veya araştırmacı bir kimsesiniz. Muhakkik veya müdekkik bir kimsesiniz. Şimdi bu geçmişten bize kalan bir mirastır: muhakkik veya müdekkik dediğimiz vakitte. Bu iki cevherdir, ki insanlık kendi zekasıylan bu iki sözün hakkını vermiştir. Şimdi bu zamanda o iki sözü tekmeleyip dışarıya atmışız. Hakkımız var mı? Uydurma dile hakkımız var mı?

Gazeteci : Uydurduk ve o öteki kelimeleri attık ve bunları kullanıyoruz.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Eh işte.. yani aslî portakal varken onu atıpta plastik portakal getirdiğinde gider mi?

Gazeteci : Yani dil hiç gelişmemeli mi? Hiç gelişmez mi? Hep aynı mı kalır.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: İngilizcede var mı? Lütfen söyle. İngiliz lügatı, Redhouse.

Gazeteci : Şimdi ben bir örnek vereyim size, çünkü bende anlamak isterim ne düşündüğünüzü.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: İngiliz kelimelerinden uydurma bir kelime söyle bana. Bugün Redhouse kullanılır mı kullanılmaz mı?

Gazeteci : Kullanılır.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Oradaki kelimelerden hangisini değiştirdi İngiliz?

Gazeteci : Başka dillerden bazı kelimeleri...

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Bire kabak kafalı! (Şeyh Efendi bastonunu tutup hafaya kaldırır) Başka dillleri bırak! Aslî dili İngilizce. Fransızcayı al (misal). Fransızlar yeni kelime icat ettiler mi?

Gazeteci : Hiç etmezler.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Neyi eder yahu? Almanca?

Gazeteci : Eh ben tartışmassam millet nasıl anlayacak?

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: (Tekrar bastonunu hafaya kaldırır) bire milletin anlayacak tarafımı kaldı? Şimdi söyle sen.

Gazeteci : Söyliyeyim. Robot kelimesi İngilizceye Solovak dilinden geldi.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Shakespeare’in İngilizcesinde İngilizler hangisini değiştirdi?

Gazeteci : Ruslarda Puşgin rusçasını değiştirmedi, doğru.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Rus?

Gazeteci : Ruslarda Puşgin edebiyat dilini değiştirmedi, doğru.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Kimse değiştirmez çünkü dediğim gibi. Ben sana adam diye konuşuyorum. Sen eşeksen ne anlatayım sana?

Gazeteci : Ben eşek olabilirim ama...

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Eşeğin Türkçesi nedir?

Gazeteci : Eşek değil mi?

(Mevlana kıkır kıkır güler.)

Gazeteci : Eh ben eşek olmasam, bana ne anlatırsın bunları?

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Bak sana birşey söyleyeyim! Eşek ilen at arasında ne fark var?

Gazeteci : (Cevapsız, susup dinler.)

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Cevap isterim. Cumhur reisi de söylesin şimdi bunu. En başta olan Türkiyedeki de söylesin, buradaki de söylesin.

Gazeteci : Eh, sen söyle. Kısa yoldan biri daha hızlıca koşar..

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Söyle! Filozofum dersin (bastonunu ona vurarcasına hafada sallar ve güler). Söyle! Eşek ilen atın arasında ne fark var?

Gazeteci : Bunun cevabını yanlız Sufiler bilir.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Süfilikten avam konuşması yapıyorum ben şimdi. Şimdi bak. Eşeğin talebi nedir?

Gazeteci : Saman.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Atın talebi nedir?

Gazeteci : Arpa? Bilmem...

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: He? At ne ister!

Gazeteci : Ne yer atlar, bilmem ben.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Sultan ister!

Gazeteci : Binsin üstüne?

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Tabii!

Gazeteci : Eh o başka, o başka.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Anladın mı yoksa anlamadın mı? Eşeğin istediği saman! Atın istediği Sultan! Sultan kaldı mı? At mı kaldı? Hepimiz olduk eşek. Herkez geçim derdine düştü. Eşek arpanın peşine düştüğü gibi millet geçim derdine düştü. Atın istediği Sultan kalmadı ortada. Atlar ağlıyor. Ne için? Dikkat et! Bütün mahlukatın, hayvanat aleminde en şerefli hayvan hangisidir?

Gazeteci : Aslan

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Bak gördün mü? (Baştonu ile hafifçe vrurur) bazı defa aklın keser, bazı defa hiçbirşey bilmen.

Gazeteci : Akıllanmaya başladım.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: (Şeyh efendi güler) Tabii deyneği yedikten sonra eşeklikten çıkıyor, at oluyor.

Gazeteci : Bende Sultan isterim yakında...

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: (Seyh efendi kahkaha atar) Tövbe estağfirullah. Nerden geldi gene bu kel kafa. “Kel kafa deme yav, Şeyh Efendi, (kafasına) fes giydi ya.”

Gazeteci : Fesi giydik gene dayak yedik biz.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: (Kahkaha) neyse bu kadar yetişir. İkindi oldu

Gazeteci : Daha birşey konuşmadık. Mısır’da olanları konuşacağız. Mısır’da neler oluyor? Fas’da Tunus'da.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Bütün dünya, bizim itikadımız, inancımızda, Peygamber sözü birinci sözdür. Peygamber sözü var, aleyhi’s-selati ve’s-selamın: "Kemaa tekûnûne yuğalla aleykum," olduğunuz gibi idarecileriniz de aynı size benzer. Çünkü seni indiripte başkası oturduğunda koltuga, aynı sıfatı giyer. Mademki ahali eşek sıfatından çıkmayı istemiyor, her gelen, elinde kamçıylan üzerine binecektir. Bu milletler eşeklikten kurtulduğu zaman adam olurlar. Milletin, insanların sıfatı eşekliktir. Yani yiyeceğinin arkasına düşüyor, başka gayesi yoktur: aylık alsın, güzel yaşasın, güzel yiyip içip gezsin, bilmem ne yapsın.

Gazeteci : Ne ahlak kalıyor, ne inanç kalıyor.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Hiçbirşey kalır mı? Yani eşeklikte. Eşeklik mütevası, "düzey" derler. "Düzey" ne? “Müsteva” nın suyu mu çıktıydı? (Şeyh Efendi kameramana döner ve) şunun yüzünü göster görsünler.

Gazeteci : Beğenmezsin teknolojiyi ama seni uyduya çıkarır bu uydular. Yani hiç faydası yok diyorsun teknolojinin.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: İnsanlığımızı törpüledi diyorum. Eşeklikten çıkardı mı bizi teknoloji? İşii uzatma.

Gazeteci : Ben ezan okusam, bu teknoloji ile senin sesini bütün dünyaya da duyurturum, fena mı yaparım?

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Kim duyar? Eşek sınıfında olanlar bağırır çağırır.

Gazeteci : Bağırsınlar, çatlasınlar. Ben senin haberlerini koyduğumda gazete daha çok satar. Televizyonda daha çok seyredilir.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Gazeteyi bırak şimdi sen.

Gazeteci : Yani bilgisayarın hiç bir faydası yok insanlara?

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Ne faydası var? İçinde ne var? Bak, herşeyin hududu var. Bu internetin, bu bilgisayarın ne faydası var? Faydası da var ama faydası ne zaman olur? İnsanları eşek sınıfından çıkarıp sultan sınıfına, at sıfatına getirebilirse iyidir. Eşeklikten çıkardı mı bu bilgisayar insanları? Yoksa daha ziyade azdır deme. Sen (bilgisayarda) ne istersen dinle ama biz umûmî seviyede, insanlığı eşeklik sınıfından çıkarıp yükseltti mi?

Gazeteci : Daha çok kötüye kullanılır.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: İşte şimdi oldu. Buna teessüf ederim. İyiliğe kullanılan hiçbir alet yoktur. Bizi eşeklik sınıfında boyuna durdurmak isteyen şeytanın hilesıdir o da. “İşte size saman veriyoruz; bununla meşgul olun” der. Eski tabirde, "Salla külahı ye pilavı" denir. Karışma, sen önündeki pilavı ye, külahı salla. Yani eşekliğine sabit ol. Teknoloji insanları yüksek insanlık seviyesine götürmüyor ki; dinsiz yapıyor, imansız yapıyor, ahlaksız yapıyor, edepsiz yapıyor, deli yapıyor. 24 saat o makinenin başından kalkmayan nesiller yetişti şimdi.

Gazeteci : Oyun oynuyorlar bütün gün.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: İçinde oyun çok! Neyse. Haydi, yetişir. İkindin oldu.

Gazeteci : Şimdi ne olucak bu Mısır meselesi. Hiç mesaj vermedin? Arapça mesaj vermişsin, biz anlamadık. Mısır’da ne oluyor?

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Insanlar nasıl oldularsa, onları idare eden kimselerde onlar gibi olur. Yani insanları yüksek ahlak, yüksek terbiye ve itaat üzere olursa, baştakilerde aynen onları temsil eder. Bak, madem ki insanlar eşekliklerinde ısrar ederler, eşek kalmakta ısrarlıdırlar, gelecek olan, başında duracak kimselerde o sıfatta olucak. Onlarda mûsir (ısrarlı) olucak ki “Bu millet, bu insanımız, eşekliklerine devam etsin, bizde enselerine binelim.”

Gazeteci : Yani siz değişmedikçe, yöneticeleriniz değişmez?

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Değişmiz. Ne filosofsun be!

Gazeteci : Sen 15, 20 sene evvel bir hutbede, "Siz değişmedikçe Allah yöneticilerinizi değiştirmez" demiştin.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: (Başı ile onaylıyor)

إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ

InnaAllahe lâ yugayyiru mâ bi qavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim.

Gerçekten Allah, kendi nefislerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. (13:11)

Cenab-ı Hakk, insanlar kendilerini değiştirmedikçe içinde bulundukları halden onları çıkartmaz. Şimdi havuzun içerisindeki balık, “Biz bu muhitten kurtulmak istiyoruz” der mesela. Eh şimdi onu alıpta başka havusun içerisine atarsan ölecektir. Demekki o su ister, bir vasat ister--”ortam” derler şimdi. O ortamı, insan nereye giderse onu arar ve ortamda yaşamayı ister. Eşek kendi ortamında yaşar. At kendi ortamında yaşar, bitti.

Gazeteci : Biz eşekleri seçeriz, ondan sonra bağırırız, "Kim buldu bu eşeği başımıza?"

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Eh işte öyledir. Yani bu söylediğim mesele epey açıklık getirir insanlara. İsteyen beğensin, istemeyen daha doğrusunu söylesin. Münakaşa edecek adam varsa, zannetmem senden fazla bana dayanacak adam olsun.

Gazeteci : (Gülerek) ben dayanabiliyor muyum? Ben dayak yemeye geliyorum.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: (Şeyh Efendi yüksek sesle güler) Tövbe estağfirullah, hay fakir! Ne yapacağız. Tövbe ya Rabbi. Neyse, bugünlük bu kadar yetişir. Allah halimizi değiştirsin. Millet değişikliğe muhtaçtır.

Gazeteci : Sen Kasım ayında dedin ki, “Bir haber vereceğim size” ve “Tunus'ta, Yemen'de, Mısır'da, Türkiye'de” ve daha birsürü ülke saydın, “hepsi devrilecek” dedin. Iki ay sonra Tunus’ta hâdiseler oldu ve şimdi Mısır'da oldu. O konu neydi?

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Şili’de de oldu. İşte dediğimiz gibidir.

Gazeteci : Hepsini saydın. Bu keramet miydi, neydi?

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Keramet yerine kiremit var bizde. Bizde birşey olsa, bu insanlar bizleri birşey yerine sayar.

Gazeteci : Eh ama haber verdiniz.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Sıfırda olduğumuz için bizi kimsenin aradığı sorduğu yok. Neyi haber verdim?

Gazeteci : Bunlar olucak dedin bir sene içinde.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Eh bizim kendi bildiğimiz hususlar varki bu maneviyata aittir. Şimdi hepsini açıklayamam ki? Şimdi bir parça sen böyle kapıya gelir, sonra ürker kaçarsın. Başkaları hiç kapıya gelmez. Açılacak. Yani bu devir, "ya yedun illaAllah," devam Allah’ındır, herşey değişir.

Gazeteci : “Ya Daim” dediğimiz.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Ya Daim, Ezeli Ebedi olan Allah, Yaratıcı, celle ve âlâ (Şeyh Efendi ayağa kalkar). Allahü Ekber, Allahü Ekber, Allahü Ekber ve lillahil hamd. Ya Rabbi! Senin kullarınız. Bize anlayış ver Ya Rabbi. (Şeyh Efendi oturur) Haydi oğlum, başka zaman geldiğinde başka söveriz.

Gazeteci : Tamam. Bunları her Cuma akşamları “Şeyh Nazım ile Sohbetler” diye gösteriyoruz televizyonda.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Ben anlamam televizyondan telefondan. Ne edeceğinide bilmem. Bazen açarım, çocuklar da bakar; onlar oyunlara bakar, başka birşeye bakmazlar. Herkesin bir meşgalesi olur, hevesi olur, isteği olur, onun arakasına düşer. Allah bizi bâtılın peşine düşürtmesin, hakk’ın arkasında yürüyelim. İşte hakk’ın arkasından yürümedikleri için Tunus'a da geldi, Mısır'a da geldi, sırasıylan hepsine gelecek, domino taşları gibi. Bir tanesine dokunduğunda, onun gibidir. Hepsi (arka arakaya) devam edecek, kesilmez o.

Gazeteci: Kıbrısta ne olucak acaba?

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Onlar gibi. Çünkü insan tatmin oluncaya kadar uğraşır. Tatmin olunmuyor insan. Osmanlı zamanı geçti, İngiliz devri geçti, Arap devri geçti ve şimdi dördüncü bir statükoya girdik ama gene beğenmiyoruz. Eh ne olucak? Kendileri baksın bulsunlar artık. Ne sen bulabilirsin ne...ben bulurum da sen bulamassın. Neyi ararsan onu bulursun. Bitti. Bunlar ne aradıklarını bilmiyorlar.

Gazeteci: Biz seni bulduk, daha fazlasını bulamayız.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Eh dinlerlerse bulurlar. (Şeyh Efendi saate bakar) Üç'ü çeyrek geçiyor. Onu geçirtmezler; 45 veya 40 dakikaya kadar kapatırlar. Tahammül edemezler, dinleyenin kuvveti düşer. Onun için dershanelerde bile ders 40 veya 45 dakikadır, çünkü yapımız oraya kadardır.

Gazeteci: Evet, çok teşekkiürler.

Mevlana Şeyh Nazım Efendi: Şükür Allah'a. Kimi gönderirse göreceksin, ne yapalım. Bazen ihtiyacımız olur, boşalmak isterim, deşarj derler ona, isterim yıkayım. Eh biz aciz karınca gibiyiz. hiçbirşey yapabileceğimiz halimiz yok. Allah Kadir Mutlak, Allah celle ve âlâ.

Fatihah.

UA-984942-2