Available in: Turkish   English   Go to media page

Necmeddin Erbakan’ın Rûhunu Evliyâlar Karşıladı!

Sultanul Evliya

Mevlana Şeyh Nazım Adil El-Hakkani

Salı, Mart 1, 2011 Lefke, Kıbrıs

Destur ya Seyyidi ya Resullullah, elfus selat ve elfus selam aleyke ya Seyyidel Evveliyn vel Ahiriyn. Euzu Besmele çekin. Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahim. Besmelesiz iş yürümez; bunu herkez, her Müslüman, her iman eden kimse bilecektir. Biz bir aciz kuluz; hepimiz aciz kullarız. Elbise veya üniforma giymeklen insan birşey olmuş olamaz, yok. Üniformaylan birşeye ulasilinamaz. Besmeleylen ulaşılır.

Merhaba! Nasılsınız Karadenizliler? Sağolasınız. Ne yapalım? Bizim yolumuz sohbet yoludur. Sohbet edeceğiz; ve birkaç kelime söyleyin derlerse söylediklerini size naklederim. Bugün Rebi-ül Evvelin son Salı günüdür; Hicri tarihimizdir bu, bizim olan. Şimdi biz Euzu Besmeleyi çekelim. Hem söyleyen, hem dinleyen kâr etsin, birşey anlasın; değilse, Besmelesiz is yürümez ve kimse birşey anlamaz, kalpler mutmain olmaz, acayip bir hâl olur. Biz Müslümanız elhamdulillah. Besmele-i şerifeyi söyleriz, şeytandan da Allah’a sığınırız. Söyledik, Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahim, (Şeyh Nazım efendi ayağa kalkar) Cenâb-ı Hakk-ı şerifin ve Müslümanlara takdir ettiği kılıçtır Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahim. (Şeyh Nazım efendi oturur.)

Hergünün muhtevası, uydurmaca içeriliği ayrıdır. Nitekim bugün kü olan hâdiseler dünde yoktu. Yarın ki meydana gelecek hadiseler bugünküne benzemez. Hergünün kendisine göre bir şahsiyeti vardır. O şahsiyet Kıyamet Gününde birer birer gelecektir. Ona göre yaşayan insan o günde ne yaptılarsa ona göre muhakeme edileceklerdir. Bu bizim itikadımızdır, inancımızdır. Isteyen inansın diyor Cenâb-ı Mevlâ, istemeyen inanmasın. Inanana kâr var, inanmayana zarar var. Inananlar kâr eder, inanmayanlar zarar eder. Bu ölçü hiç bozulmaz. Müminin kazancı başka, kâfirin zararı başka. Mümin kâr edendir, kâfir zarar edendir.

Dünya kurulalı 7,000 sene oluyor. Yani insanoğlunun dünyanın üzerindeki bulunuşunun ilk gününden bu güne şimdi 7.inci binin içerisinde yürüyoruz. Birgün aleyhi’s-selâtu ve’s-selâm efendimiz, Allah onun izzet ve şerefini ziyade kılsın, tâzım ederiz, ayağa kalkarız (Şeyh Nazım efendi ayağa kalkıp oturur). Şimdi ki beyler bir çalgı çalar, ayağa kalkmayana ceza verir: “Bu Milli Marşımızdır! Niye oturdun?” diye sorar. Peki, Cenâb-ı Peygamberin ismi anıldığı vakit de biz ayağa kalkarız; bize mukâfat vardır. Kalkmayana melaikeler der ki; “Niye kalkmadın? Ne için kalkmadın? Kimin ismi anılmıştır?! Allah Sevgilisinin (s.a.v.) ismi anıldı, ne oturursun hayvan gibi? Kalk yukarı! Melaike onlara bir şamar atar. Artık biz kendi halimize göre, kendi dinimizin icatlarını ve edeplerini mümkün mertebe yerine getirmeye uğraşıyoruz.

Karadenizliler! Nasılsınız? Siz sağlam Müslümansınız diye biliniyorsunuz. Öyle bir haraket göremiyorum, çünkü akıllarını hamsi yemiş. Hamsi balıkları yemiş Karadenizlilerin akıllarını, hiçbir hareketleri yok. “Ben Müslümanım,” demeye çekiniyorlar, korkuyorlar. Allah’dan kork! Belki bu gece son gecendir, belki yarın son günündür, belli mi? E nasıl Müslümanlıktır sizin Müslümanlığınız?

(Seyh Nazım efendi mütevaziliğinden söyler:) E biz birşey biliyor değiliz ya. Bu yere oturduğumuz da bizim kalbimize bir yol vardır; o yoldan biz hitâb ederiz. Allah’a bir can borcumuz var, kimseye borcumuz yok. Ne hükumetten aylık aldık, ne hükümet bizden birşey aldı.

Şimdi hergünün ayrı bir şahsiyeti var, muhtevası başka türlüdür. Bugün hicri senenin 1433 yılının Mevlid-i Şerif ayının son Salı günü. Bundaki zuhûrat bambaşka oldu. Bugünün başka bir husûsiyeti oldu. Belki başka ülkelerin bununla o kadar alakaları yok, lakin, bütün Türkiyenin heryerinde bu bugün kü görüntü herkesi heyecanlandırdı. Kimisi merak etti, kimisi şüpheye düştü, kimileri korkuya düştü, kimileri deli divane oldu. “Ne için yahu?” diyoruz.

“Yaw, Şeyh Efendi, İşitmedin mi?"

“Neyi işitmedik yahu?”

“E Necmettin bey size ömür artık.”

“Yaa... inne lillâhi inne ilehyi râciûn. Fevkelade birşey yoktur; herkez ölümü tadacaktır.”

“Öyle Şeyh Efendi, ama bu mühim bir kimseydi.”

“Ne gibi ehemmiyetli bir kimseydi?”diyorum.

Ki bugün toplanan ahalinin çoğu Necmettin bey merhumun ilk Konyadaki hitabını işiten adam belki pek azdır ve işitmemiştir. Bu fakir...işitmişim, gerçi o bizden daha gençti. Ben 45 o zaman yaşındaysam, o 40 yaşındaydı. İlk defa işittim o muhterem kişinin hitabını, ki kalbim çok acayip bir hale düştü. (Halen) hafızamda ve kalbimde. Onun ilk Konyadaki konuşmasını bizzat dinledim ve kalbim çok ferah etti. Dedi ki, “Cenâb-ı Hakk bu milletin atalarının ve ecdadlarının dökülen kanları hürmetine bu memleketi kâfir memleketi yapmaz! Elbette ki Cenâb-ı Hakk bu milleti uyandıracaktır. Elbette ki bu millet şimdi sağını solunu bilemiyor, önünden arkasından haberi yoktur. Lakin bu duvarı yıkıpta dışardaki manzarayı onlara gösterecek bir kimseler gönderecektir Cenâb-ı Allah.” Allah Allah! Allah Allah!

Bu kimsenin hitabından o kadar manevi haz duydum. Bugün Rahmet-i Rahman’a kavuşan, Necmeddin bey...uydurma soyadı, “Erbakan”. “Erbakan” olmaz! “Ere bakan” de hiç olmassa, veyâyut “Yere bakan” de. Karadenizliler, Türkçe bilir misiniz? “Erbakan” manasız bir söz. Hiç olmassa “Yere bakan” de, veya “Göğe bakan” de, veya “Tarih’e bakan” de, veya “Millete bakan” de, veya “Sağına bakan” de, veya “Soluna bakan” de, veya “Camilere bakan” de, veya “Hükümetine bakan” de, değil mi? Anlar mısın Türkçe, yoksa anlamaz mısın?

Açacak! Cenâb-ı Hakk bırakmaz! Dinini yere düşürtmez! Ecdadımızın, atalarımızın döktükleri kan İslam içindir, Müslümanlık içindir, Allah rızalığı içindir; gösteriş için değildir! Ne dediler?

“Duymadın mı Şeyh Efendi?”

“Neyi duymadım yahu? Bir kulağım duyar, bir kulağım duymaz. Hızlı da söylemeyin.”

Torun geldi ve bana dedi ki, “Şeyh Dede! Erbakan bey oldu!”

“Ha? Ne ne oldu be! Kalıcı mıydı?”

“E ne bilelim biz kalıcı mı kalmayıcı mı, ama öldü,” diyor.

“Nasıl oldu da öldü?”

“Vallahi yatarken öldü,” dediler. Öyle değil mi? Ayaktayken mı yatarken mi? (Yatarken) Yattığı vakitte, “Teslim oldum” manasındadır. Yerlerin göklerin Sahibine teslim oldum! Teslim olmayacak adam mı var? Beyler! Paşalar! Cumhur reisleri! Cenâb-ı Hakk’in emrine teslim olmayacağınız var mı? Söylesenize!!! Huuuuu!

Iki mahşeri kalabalık olan cenâze: birisini işittim, ikincisini gördüm. Birincisi, TC devletinin kurucusu, birinci Cumhurreisinin cenâzesi, ki o zaman görüntü de yoktu; bu radyolar o zaman daha yeni çıkmıştı, ondan söylediler, birde filme çektilerdi. Şimdiki bu aletler yoktu o zaman. Ki 1938’de, bütün millet radyolarda, ağlayanların sesi belki buradan Karadeniz’e yetişirdi; hepsi ağlayıp duruyor. Ve onun cenâze töreni belki şimdiye kadar o kadar kalabalık olmamıştı. Kalabalığın çoğuda, acayip: kadınlar, genç insanlar, birde her memleketten bir kıta asker gelmişti cenâze törenine. cenâze, Ankaranın yollarında ordularlan top arabasında götürüldü. Mahşeri kalabalık gördüm; gazetelerdeki resimlerinden birde filmlerinden. Gördüğüm o kalabalık o zamana kadar hiç görülmemişti.

Şimdi bugün kü kalabalık, milletin kendi evladını, kendisinin kabul edilişinin ve sevgisinin bir ifadesi olarak bütün memleket ayağa kalktı. Ki birinci Cumhurreisinin cenâzesi dışardan gelen insanlarlan kalabalıklaşmıştır. (Ama) şimdi bunun kalabalığı milletin bağrından çıkıp geldi. Belki o zamandaki kalabalık 50 bin kişi diyebiliriz, Ankara da. Bugün kü kalabalık milyonlarlan insanın kalabalığıdır. İşte bir onu gördüm. Ben o vakit 17,18 yaşlarındaydım; o vakit gördüm. Tabii ondan sonra (başka) cenâzeler de oldu. Ama şimdi bu mübarek kardeşimizin cenâzesindeki insanlar mecburi değil; kendi sevgileri ve saygıları ilen Islambol’u istila etti millet.

Dediklerine göre, bu ihvanoğlu 5 milyonun üstündedir. Maşallah, 5 milyon insanın gönlünde yattı. Gelemeyen 60 veya 70 milyonunda gönlündedir. Gönüllerine gömülmüştür bu kimse. İşte bunu söylüyoruz. Bugün kü hâdise buna işarettir ki acayibime geldi. Cumhurreisi bir cenazaye böyle hâzır olup bütün erkân-ı devlet ve asker-i erkân kuvvetinin hepside böyle saygıylan gelip onun huzurunda durdu. Bir hikmet var. Ne için yaptılar bunu? İşte o “ne için”i açıklayacak adam istiyorum ben. Bu adam ne yaptı ki bütün ricâl-i devlet, hükümet, dışardaki İslam ülkelerinden gelen beyler, paşalar, krallar, hepsi orada hâzır olup böyle el pençeli, başları önlerinde, saygıylan durdular. Kefene sarılmış basit bir tabutun içerisinde üzerine yanlız yeşil bir örtü konmuş, yazı mazıda yok. “Baş tarafına,”dedim “hiç olmassa bir başlık koysaydınız.”

“Şeyh Efendi, sen bunadın mı?"

“Ne bunaması yahu? Eskiden tabutların baş taraflarına ya fes koyarlardı ya sarık ya kavukları konurdu; bu kimsenin tabutu erkek olduğuna delalet edecekti. Birşey koysaydınız. Ne giyerdi başına? Şapka giydi mi?”

"Giymedi."

“Acayip. E ne giydi? Takke?”

"Takke giydi"

"E takkesini koysaydın.”

Kadınların tabutlarına eski usulumuz üzerine, hatun kişinin niyetine yemeni bağlarlardı ve bilirdiniz kadın olduğunu. Bu bütün rütbelerinden sıyrılıp bir cenâze olarak musallat taşına konmuş, sonunda imam namazını kılmak için ileri geçtiğinde, müezzin efendiler dediler ki, "Er kişi niyetine!" Ben dedim, “Bu nasıl olur? (Böyle) söylesenize: ‘Başbakan! Cumhurreisi olacak kimse! Milletin bağrından muhabbeti olan adam!’ diyerekten söyleseydiniz ya.” Ama ne dedi? Bütün dünyadaki rütbeler bitti ve ne dendi? "Er kişi niyetine! Allah için namaza! Resûllulâh için selâtu selâma! Meclis için duaya niyet edin. Dört tekbir ilen cenâze namazına, Allahu Ekber!” Bütün mahşeri kalabalık: "Allahü Ekber!" Nasıl, heybetlendi mi meydanlar!!! (Evet)

Karadenizliler! Kaç bin Karadenizli vardı orada? Belki yarım milyon karadenizli vardı orda. "Er kişi niyetine!” diye çağırmadılar birinci Cumhurreisini; getirip musallaya koydurmadilar. O zamanda ki zihniyet. Getirip koysana milletin önüne, er kişi niyetine namaz kılasın! Niye mahrum ettin onu? Mahrum edenler kimlerdir? Şeytana tapanlardır. Bırakmadılar o birinci Cumhurreisini de önüne tabutu konulsun ve millet namazını kılsın. Gizliden. Niye gizlesin? Söylediğimiz tarihtir. İstedikleri kadar baksınlar. Biz burda yalan söyleyecek adam değiliz. Soruyoruz: ne için gizlediler? Birinci Cumhurreisi Müslüman değilmiydi? Ne için yıkamadılar? Ne için kefenlemediler? Ne için milletin önüne koyupta namazını kıldırmadı? Kimdi? Hangi zihniyet? Ak Partinin işimiydi yoksa Halk Partinin miydi kuvvet? Bunu men eden Halk Partisiydi o zaman; bırakmadılar namazı kılınsın. Millet ağlayıp durdu, namazını kılacaktı, kıldırtmadılar, kefenletmediler, göstertmediler; alıp süratlen mezarhaneye koydurdular. Bu ayıptır. Ama kime söyleyecen? Aşikâre ediyorum; bütün millet bilsin, erkân-ı devlet de bilsin, şanlı ordularımızın paşaları da bilsin. Onlarda genç, benim torunum yerinde hepsi. Onlarada söylerim: sorun, ne için mahrum ettiler birinci Cumhureisini? Cevap yok! Cevap yok! Hoca mı yoktu gelip onun namazını kıldırmaya? Ne apar topar götürüp mezarhaneye koydunuz? Dünyada duyuldu mu böyle birşey? Gerçi Mısırlıların firavunları, mumya yapıpta birşeyin içine koyarlardı ve böyle dini merasim yaptırırlardı. Birinci Cumhurreisine dini merasım yaptırmadılar. Niye sormaz erkân-ı devletimiz ve şanlı ordularımızın beyleri ve paşaları? Niye sormuyorlar bunu?

O kimsenin, birinci Cumhurreisinin bizim üzerimizde hakkı yok muydu? Bizim de onun üzerinde hakkımız yok muydu? Niye mahrum ettiler? Soruyorum. Bu konuşmayı yapacak adam yok şimdi Türkiye’de. Söylüyorum: baksınlar kim yaptı bu işi! Öteki bütün İstiklal Mahkemesinde olan paşaların hepsinin yıkanması oldu, kefenlenmesi oldu, mezarlığa gömülmesi oldu. Mezarhaneye gönderilen adam yok. “Ne için bu mezarhaneye koydunuz?” diye sorsun paşalarımız; sorsun millet. Yapılmadı.

Bak, bu kimse (Necmeddin bey) sivil bir kimseydi. Herkese telefon veya telegraf veripte mi bu ahaliyi topladı oraya? Yok. Demek milletin vicdanının sesidir onları oraya toplayan. Belki 3 milyon, belki 5 milyon insan vardı orada, sessiz sedasız, içlerinden tekbir çekerek götürüp bir evliyâullâhın huzuruna takdim ettiler. Birinci Cumhurreisine, ona ayrı bina yapacaklarına, onu bir evliyanın yanına niye götürmediler ki gömsünler? Ne için? Kim yaptı bunu? Tarih’e sorsunlar. Tarih’deki ifadeyi alsınlar. Mahkum etsinler bunu yapanları. Bu sözü şimdi ne Diyanet İşleri söyleyebilir, ne Erdogan bey söyleyebilir, ne Abdullah Gül bey söyleyebilir. İşte bu.

Millet bu gırcının içerisinde, ki gırcı, kışın en şiddetli zamanıdır, sabahın köründen akşam ezanına kadar sokaklarda durdular. Bunları durduran, bu sevgi tezahürüne sebeb olan mesele neydi? Bunun sırrını çözsünler, beyler, paşalar. “Şeyh Efendi, ‘bey’ deme yahu, ‘bay’ de. ‘Paşa’ deme ‘general’ de.” Bre, ‘general’ Türkçe değil ki! Türkler de ‘general’ yoktur. Mesela, ‘Rus generali’, ‘Alaman generali,’ ‘Yunan generali,’ ‘Bulgar generali’ denir. Lakin bizim generallen işimiz yok. Biz kendimiz bu dünyaya hükmeden, imparatorluğu kuran kimselerin kâfirlere benzemeye, illâ kâfirlerin yaptığını yapmaya bir zorlayan unsur yoktu. Onun için bizde ‘paşa’ vardır. Ne için paşalığı kaldırıpta ‘general’ koydurdular? Biz ‘generali’ ne yapacağız? Gene millet ‘paşa’ der ama resmî ünvanı olaraktan ‘general’. ‘General’i ben kabul etmem. ‘Paşa’ de, ‘paşa’ de! “Şimdi ‘mareşal’.” Ne maraşalı? ‘Muşir’ de. Niye kaldırdı eski tabirleri? Dünayayi altüst eden bizim paşalarımızın ünvanını neden kaldırdın ve gavurun ünvanını koydun oraya? Şimdi ne diyoruz?

“Cenazinin arkasından generaller geldi,” diyorlar.

“Bre, ‘general’ deme, ‘paşalar geldi’ de!”

“Paşalar değil çünkü başlarındaki kasketlerine bakarsan Avrupanın generallerine benzerler. Biz batılılaşmak istiyoruz; onun için biz herşeyimizi batılılara benzetezeğiz!”

E batılılar sizin canınıza kasteden milletler be! Batılılardan hangi devlet senin devletini ister, varlığını ister, veyahut da şanlı bir mazinizi kabul eder? Ne benzeyeceğiz biz onlara! Bre Karadenizliler, Konyalılar, Erzurumlular! Hesaba çekilecek çok mesele var.

Neyse, biz işi uzatmayalım. Sabaha değil, gelen haftaya kadar söylenir bu mesele. Lakin, şimdi bizim demek istediğimiz, bu (kalabalık) toplama kalabalığı değildi. Birinci Cumhurreisindeki toplama kalabalıktır. Milleti bırakmadılar istediği gibi cenâzesine sahiplik yapsın ve gömülsün; dışarıdan bir sürü asker getirdiler. İngilizlerin mareşalları da geldi, hepsini bilirim. Şimdi ki paşaların hepsi benim torunum yerinde adamlar; birşey bildikleri yok. Şimdi bunlar kalpleriylen, kalplerinden muhabbetleriylen bu merhum Necmettin beyin namazını kılmaya, ona duâ etmeye koştular. Toplama kalabalığı değil o. Demek ki milletin gönlünde yer etmiş o. Millet sabahın gırcısından yatsıya kadar buz kesmiş, Islambol’un içerisinde ayakta tir tir titreyerekten onu beklediler. Aşk olsun! Demek ki bunlar, bizim milletimiz, kadirşinastır (kıymet bilen). Kadirşinas olduğu için, bu hizmeti yaptığından dolayı, merhum Necmettin bey’in son yolculuğuna ona murafakat için toplandılar, mağrib’den maşrik’ten, her taraftan. Dışarı ülkelerden beyler, paşalar, sultanlar da geldi, krallar da geldi, hepsi. Şanlı ordunun kuvvet kumadanları olan paşalar da geldi. Demek onların kalplerinde de birşey var. Birşey olmasa, “Bize ne! Ahâli istediğini yapsın,” der. Demek ki ordunun kalbinde de yaşayan acayip bir hayat unsuru vardır. Aşk olsun! Paşalara da duâ yaptım; iyicene duâ yaptım ben onlara. Allah Allah. SubhânAllah el-aliyyul aziym.

Bu kadarlan bırakayım çünkü bundan fazla daha on defa söylenecek mesele var. Lakin yaşlandık. Bizim de bu gece ona yapacak hizmetimiz oldu. Mübarek Merkez Efendi hazretlerinin daveti oldu oraya. Ruhâniyetleri yetişti, teslim aldılar. Teslim merasiminde bizim de ruhâniyetimiz oldu, Allah’a şükür. Biz ahâlinin içerisinde görünecek adam değiliz, lakin, bize davet oldu. Onun karşılaması, ordaki Âhiret Sultanı, Merkez Efendinin daveti üzerine hem cenâze namazı kıldık orda, hem duâsını yaptık, hem de kabul olundu orda. Değilse, Merkez Efendi istediğini oraya bırakır, istemediğini koymaz; karşılanmıştr, ferahlanmıştır ve kabri ravzat-ül min riyaz-ül cenneh kılınmıştır. Sorusunu tamam vermiştir; bu da müjdedir.

Ey Osmanlının mirasında oturan TC devleti! Devlet ricâli! Dikkat edesiniz ki kabristana birgün gideceksiniz; karşılanasınız, kovulmayasınız. Bu mübarek kimse kabul edilmiş, ruhâniyetleriylen karşılanmıştır. Onun için ruhâni zâtlerden bir kimse kalabalıkta yoktu. Lakin akşamlan yatsı arası bize de izin oldu ordaki mubareği karşılamaya. (Durumu) iyidir (Şeyh Nazım Efendi tebessüm eder), yeri rahattır, ağlayıp mağlamaz. Allah makamını âli eylesin, makamı Cennet-ül Fırdevs olsun. Amin diyenlere de, onun cenâzesinde hâzır olup bir fatiha çekenlerede Allah Islam’a hizmet ve iman ilen dünyadan göçmek nasip eylesin.

Milletimizin şan ve şerefi yücelecektir! Küfür yıkılacaktır! Ya Allah! Askere dayalı devlet yıkılır. Dine dayalı devlet yıkılmaz! 700 sene dine dayalı imparatorluğumuz var, saltanatımız var, kimse yıkmadı. Taa ki bu son harekette bizi Avrupa’dan kovduran unsurlar, askeri unsurlar; onlar imparatorluğumuzu yıktı. Askere dayalı devlet yıkılır, dine dayalı devlet yıkılmaz! Bunu bileceksiniz! Başka iş karıştırma, arkasından yollanırsınız sizde! Kutb-ul Mutesarrif olan zât hazırdadır. Kimin itirâzı varsa seneyi dolduramaz, onlarda kabristana (yollanırlar) ama böyle şereflen gidemez! Devlet töreni başka, İslamın saltanatı başkadır. Maşallah lâ kuvvete illa billâh, innelillahi inne ileyhi râciûn. Fe’l hükmü lillâh-ül aliyyul kebîr. Allahu Ekber! La ilaha illaAllah.... ve lillahil hamd. Elfu’s selât elfu’s-selâm aleyke ya Seyyid el-Evveliyn ve el-Âhiriyn. İslamın sancakları açılsın!

Fatiha.

Allahu Ekber! Tevbe ya Rabbi! Tevbe ya Rabbi! Yine kimsenin bilmediği bir meseleyi ilave edeyim araya, ki Ankara’daki merasimde, İngiltere krallığının gönderdiği Hindistan imparatoru, Mareşal Waltime da vardı orada. Ayağı arızalı olduğu için (cenazenin) arakasından yürüyemedi ve balkonda elinde mareşal asasiyle selam durduğuna dair de gördüm ben onu, ki kimsenin haberi yok bundan. Mareşal Waltime, resmî kiyafetiyle balkondan bu kortej geçerken selam durdu, İngiliz askerî kıtası da (cenazenin) arkasından yürüdü; onuda gördüm ben. İsterlerse tarihe baksınlar. Bizim bildiğimizi onlar bilemez! Gözümle gördüğüm meseleden söyledim ben onlara. Allah’a şükür aklımız yerindedir. Şükür Allah’a (Mevlana Şeyh Nazım Efendi ayağa kalkar) SubhanAllahi ve Te`ala, Kâdir-ul Muktedir olan Allah-u Zülcelal. Hakkı izhâr eder, batıl batacaktır!

Tûbâ lenâ ya mağaşar-İslâmi

İnne lenâ min el-inayâtei ruknen gayra munhedimi.

Mevlaya salli ve sellim dâimen ebeden

Alâ Habîbike kayril kalgi kullimi

Bizlere müjdeler olsun, ey Islam topluluğu!

Elbette ki bizim için katiyyen yıkılmayan, destekleyici bir direk var.

Ey Mevlâmız! Habibine selam ve bereket gönder,

O ki bütün yaratılanların ey hayırlısıdır!

Allahu Ekber ul-Ekber (Mevlana Şeyh Nazım Efendi ayağa kalkar) Allahu Ekber ul-Ekber! Allahu Ekber ul-Ekber ve lillahil hamd!

Fatiha, cümle geçmişlerimize. (Amin)

UA-984942-2