Go to media page Available in: English   Turkish   Japanese  

Asıl Vazifeniz İnsanları Mutlu Etmek Olmalı

Sultanul Evliya

Mevlana Şeyh Nazım Adil El-Hakkani

Cuma, Temmuz 1, 2011 Lefke, Kıbrıs

Ey insanlar! Esselâmun Aleyküm! Esselâmun Aleyküm Âlâ Men. Esselâmun Aleyküm, doğudan batıya kuzeyden güneye, okyanuslarda kıtalarda ya ibadallah! Ben size son günlere koştuğumuzu hatırlatıyorum. Cenâb-ı Hak bize sonsuz rahmetinden ikram eylesin. Göklerin ilahi kurallarına karşı yaptığımız bütün ameller veya işler için af istiyoruz. Ve Euzubillahi-mineşşeytanir-raciym Bismillahir-rahmanir-rahiym diyoruz. Subhane Malikel Mülk Zül Celali Vel İkram.

Ey katılanlarımız! Meded Ya Sultanul Evliya! Ey doğudan batıya kuzeyden güneye katılanlarımız! Âlemlerin Rabbi, fezaların Rabbi, Âlemlerin Rabbi Subhanehu Ve Teâlâ’nın bilinen ve bilinmeyen mülkleri tarafından yaratılmış olan varlıklar olduğunuzu hatırlamaya çalışmalısınız. Bizlere kimsenin hayal edemeyeceği bir şeref ikram edilmiştir. Bize o kadar büyük şeref ikram edilmiştir. Âlemlerin Rabbi; “Ey insanlar, kendiniz hakkında düşünün!” diye buyurur. Kim olduğunuzu, kimliğinizin ne olduğunu öğrenmeye çalışın. Lâkin insanların hepsi tabiat zevkleri veya maddi zevkleri için çalışırlar. Onların inançları zevklenme temeli üstüne kurulmuştur. Onların tek inancı budur; onlar asla düşünmezler. Onlar asla kendileri hakkında düşünmezler. Onların hepsi sadece maddi varlıklarının zevklerini düşünürler, budur. İnsanoğlu bu amaç için kavga eder. Bir devlet başkanı, bir işçi, bir çiftçi ve sıradan insanların hepsi karınlarını doldurmayı düşünür.

Evet, yukarıdan aşağı budur. Bütün insanlar, midelerinin kullarıdır; onlar yalnız bir zevke ulaşmak isterler. Yiyip içmenin zevki ağızlarına bir parça yemek aldıkları zaman olur; bir andan daha kısa veya fazla bir zevk alırlar ve yuttuktan sonra biter. Kuzu kızartması yiyebilirsiniz; bu bittiği zaman hiçbir zevkiniz kalmaz. Bu sadece birkaç dakika, yiyip içene kadar çalıştığınız anlamına gelir. Bunun dışında ağzınızda, yemeden ve içmeden hiçbir zevk almazsınız, biter. Lâkin insanlar bunu bilirler, bilmezler; bu bir hakikattir. 24 saatte bir saat, iki saat veya üç saat zevke ulaşabilirsiniz; 20 saatte hiçbir zevk tadamazsınız. Çünkü zevki yalnız yiyip içerken tadarsın, onun dışında olmaz. Belki bir kere veya iki kere yiyip içersin ve bu zevkin dışında, daha fazlası abdesthaneye gidersin. Belki abdesthaneye giderken daha çok zevk alırsın. Kimliğinin anlamı nedir ki, sen yaratılmanın zirvesindesin. Size bu dünyanın üstünde veya altında olmak için şeref ikram edilmiştir. Bunu heder ediyorsunuz ve elinizde kalmayacak olan bir şeye ulaşmak istiyorsunuz. Bir zevk peşine koşuyorsunuz ve zevk size 24 saat verilmemiştir. Hanımınızla zevkin zirvesinde olabilirsiniz; bu sadece birkaç saniyedir, ondan sonra kesilir. Lâkin insanlar bunun peşine koşarlar. Yeme-içme veya kadınlardan zevk alma peşine koşarlar. Akıllı veya bilgin bir kimseye hayat tarzı hakkında sorarsanız; “Ben sadece zevklenip hoşnut olmak için veririm, ama bunu tutamam, her şey hemen kaçar ve zor durumlara düşerim ki bu daimi bir zevke ulaşmak için beni umutsuzluğa düşürür.” der. Ve Yaratan, Âlemlerin Rabbi; “Ey insanlar! Ben sizi, dünyada bir süre kalmanız için yarattım, ondan sonra sizi Kendime çağıracağım. Ben sizi yeryüzüne, mide ve aşağısının zevklerine köle olmanız için göndermedim, hayır. Siz bunu heder ettiniz. Ben size bazı hakikatleri öğretmek için pek çok ilahi kimseler gönderdim, lâkin siz onları takip etmediniz; siz şeytani yolları takip ettiniz. Şeytan; ‘Zevkiniz veya hoşnutluğunuzun peşine koşun’dedi” buyurur.

24 saatte nereye kadar? Bir kral veya kraliçe olsanız bile 24 saatte zevklenmeyi veya hoşnut olmayı taşıyamazsınız. Ve de burada asla ebedi mutlu olamazsınız; çünkü size zahmet veren pek çok şeylerle kuşatıldınız. Bu gezegendeki hayatınızda size zahmet, acı ve çile veren birçok şeyle kuşatıldınız. Bu hayatta daimi bir mutluluk veya hoşnutluk bulamazsınız. Neden münakaşa edersiniz, neden kavga edip, kendinize ve insanlara zahmet verirsiniz? Bu yanlıştır, lâkin Cenâb-ı Hak; “Kullarım çoğunlukla böyle hikmetleri düşünmezler. Eğer böyle hikmetleri düşünselerdi mazbut bir hayata ulaşırlardı.” buyurur.

Zevklere ulaşmanın peşine koşmayın; zevkler sizin peşinize koşsun. Zevklerin peşine koşmayın!

Zevkler gölgeniz gibidir. Eğer onun peşine koşarsanız ulaşamazsınız, ona kaçarsanız hiçbir şeye ulaşamazsınız. Bu insanoğlunun dünyadaki hayatıdır. Ne için vaktinizi heder ediyorsunuz? Âlemlerin Rabbi; “Ey kullarım, gelin benimle olun. Ben Yaratanım; kullarıma mutlu ve ebedi daimi bir hayat veren Benim. Ben onlara ebedi bir hayat söz veriyorum, lâkin siz vaktinizi heder edip hiç olan şeyin peşine koşuyorsunuz. Ben sizi hakikate çağırıyorum, lâkin siz hakikati bırakıp gölgeler peşine koşuyorsunuz. Gölgeler sizin kimliğiniz veya amacınız değildir.” buyurur. Misal olarak güzel bir bahçede olabilirsiniz. O bahçede olduğunuz için bir resim çekersiniz, lâkin o kartpostalda gözüken sadece bir gölgedir. Böyle güzel yemeklerle ve bayanlarla dolu olan bir yerde olan, benim diye bakarsınız. Evet, lâkin bu sadece kartpostal üstündedir. Hakikatte buradasınız, orada değil.

Ey insanlar! Düşünün; düşünmek size pek çok şey öğretir. Eğer ilahi kimselerden öğrenmezseniz mesela... Lâkin bunu tutamazsınız, bir zamanlar orada bulundunuz diye bir kartpostal size asla bir şey vermez, hayır, bitti. Her gün nefsinizin peşine düştüğü şeyi tadabilirsiniz, lâkin ikinci gün bu biter.

Ey insanlar! Düşünün ve kavga etmeyi bırakın ve birbirinize zahmet vermeyin. İnsanları selamette, nazik bir şekilde ve hoşnutluk içinde bırakın. Bu sizin resmi vazifenizdir; sizin vazifeniz budur. İnsanları mutlu, huzurlu ve selamet içinde bırakın. Bu insanlığın zirvesidir. Neden bunu bırakıp, birbirinizi öldürüp insanlara sonsuz zahmet veriyorsunuz? Bu sizin vazifeniz değildir ey insanoğlu! Bu şeytanın talimidir: “Bir numara olmalısınız, başbakan, cumhurbaşkanı, kral veya kraliçe olmalısınız” der. Lâkin vazifeniz insanlara zahmet vermek ve insanları mutsuzluk okyanuslarına taşımak değildir. Her yerdeki tüm “bir numara”ların vazifeleri Cenâb-ı Hak için yaşamak ve Cenâb-ı Hakkın kullarına iyi bir hayat vermek, onları iyi şartlara getirip hoşnut etmektir. Hakiki vazife budur.

Lâkin insanlar “Medeniyetin zirvesine ulaştık.” derler. Bu yüzde yüz yalandır. Bütün ülkelerin “bir numara”ları sadece nefsanî isteklerini düşünürler; onlar başka insanları düşünmezler. Onun için şimdi insanlara bir uyanma geliyor: “Bizler sizden razı değiliz; siz yalnız zevklerinize bakıyor ve hiç bizim ihtiyaçlarımıza, burada nasıl mutlu ve hoşnut bir hayata ulaşacağımıza ve Cenâb-ı Hakkın ikramlarına bakmıyorsunuz.” derler. Her yerde insanlar, bu amaç için kavga ederler. Her yerde kavgalar, savaşlar, öldürmeler var. Cenâb-ı Hak öldürmek için size bir yetki vermedi. Lâkin “Insanları yaşatın ve bunları şunları verdiği için Âlemlerin Rabbine şükredin!” diye emretti.

Ey insanlar! Hepimiz, bizim insanlarımız ve ben dâhil yanlış yol peşine koşuyoruz. Nefsanî isteklerimizi işitiyor ve dinliyoruz, lâkin başka insanları hiç düşünmüyoruz. Ve dünya üzerindeki her şeyi öldürmek için pek çok devasal ve dehşetli silahlar hazırlıyoruz. Bu bizim hakiki vazifemiz değildir; hakiki vazifemiz, her yeri selamet içinde yapmak, burada onlara tatlı bir hayat vermek ve Rablerine iyi bir kul yapmaktır.

Ey insanlar! Dinleyin! Bunu tartışabilirsiniz, lâkin şimdi bizim söylediğimizi kimsenin reddedebileceğini zannetmiyorum. Reddeden ikinci bir şeytan demektir. Onlar yanlış yoldadır. Peygamberler insanlara iyi, doğru ve selametli yolları gösterip öğrettiler. Lâkin şeytan ve takipçileri, insanları faydasız hayatları olsun diye karanlık, zor bir hayata çağırır ve insanları bazı hayali hayat veya medeniyet peşine koşturur. Cenâb-ı Hak bizi affeylesin.

Ey insanlar, ey insanlar! Gelin ve şimdi söylenileni kabul etmeye çalışın. Ben “Size söyledim.” demiyorum. Böyle şeyleri işittiğiniz zaman kendinizi tutun, şeytanın hudutlarını geçin ve yollarınızı selametli yollara değiştirin. O zaman, burada ve buradan sonra mutlu olursunuz.

Ey insanlar, Cenâb-ı Hakka şükredin ki, O bize ebediyet için ebedi bir hayat sözü verdi. Cenâb-ı Hak en yüksek saygısını Peygamberler Mührü, kâinatın Efendisine versin. Âmin.

Fatiha.

UA-984942-2