Available in: Turkish   English   Go to media page

Zelzele Muhakkak İstanbul’u Vuracak !

Sultanul Evliya

Mevlana Şeyh Nazım Adil El-Hakkani

Çarşamba, 23 Mart, 2011 Lefke, Kıbrıs

Şeyh Nazım Efendi: Ahir zaman ümmetleriyiz. Ahir zaman ümmeti. Başka Peygamber gelmez. Başka ümmet gelmez. Ahir zaman ümmetiyiz. Onun için yaşlanan insanda çeşit türlü haller olur. Onun gibi dünya da yaşlandı, efendim: çivisi söküldü, dingili koptu, beygirleri arabayi cekemez oldu. Bütün dünya böyle.

Kimse oturup ta "Şükür Ya Rabbi!" diyen yok. Herkes şikayette.Yahu şükür et Cenab-ı Hakk'ın verdiğine. Kulluğunu yap. Bu dünyada kalıcı değiliz. "Uzun ömür" diyor. Hadi yüz sene yaşa, bin sene yaşa, milyon sene yaşa, milyar sene yaşa, bitecek.

Ebedi olan Ahirettir. Onu isteyen yok. Dünyada "Aman ölmeyeyim!" der. Ölecek! Yahu ölmek yazıldı zaten insanoğluna. Ne Peygamberler kaldı, ne Peygamberler Sultanı (s.a.v.) kaldı. Ne Beyler, Paşalar, Sultanlar. Hiçbiri kalmadı; hepsi gitti. Lakin millet sarhoş olmuş. "Yaşarım!" (der) Yaşayamazsın! Hadi yaşa, dediğimiz gibi, yüz sene yaşa. Arabanın (tekerlekli sandalyenin) içinde seni sürecekler, bırakacaklar elinden ve usanacaklar, anası babası olduğun halde. (O zaman) "Aman ölsek de kurtulsak" diyecekler. Dünyanın hali bu. Azıcık aşım, kaygısız başım. Millet dünya hırsı ile... İşte şimdi biri söyler bana. O Libya'daki cumhur reisi midir, beyi paşası mıdır...

Misafir: Kaddafi.

Şeyh Nazım Efendi: Ne ise adı, Ali Veli değilse “Kaddafi” uydurma. "Kaç yüz ton altını var" dediler. “150-160 ton.” Yahu, Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim'de Karun hakkında bildiriyor. Karun, Israiloğullarından Musa Peygamber’in zamanından, dört beşbin sene evvelki kimsedir. Cenab-ı Hak buyurur ki, onun hazinelerinin anahtarlarını yetmiş katır yükü çekermiş. Hazinelerinin! Ve anahtarları böyle küçük küçükdü, büyük anahtar değil. Bu kadar (Şeyh Efendi parmaklarının uclarını gösterir). Hesap et, ne kadar hazineleri vardı. Ne oldu?! Cenab-ı Hakk'ın gazabına uğradı. Yere emretti! Cenab-ı Hak Musa Peygambere (as) "(Yere) Yutsun de!" buyurdu ve yuttu. Dediler ki, "Allah, Musa (as) Karun'un hazinelerini alsın diye onu öldürüyör." Onu dedikleri için Cenab-ı Musa emreyledi: "Karun’la beraber hazineleri de batsın!" Yer onları da yuttu. Hala bak... hergün bir boy aşağıya gider diyor, hazineleri ile beraber. Neyine yaradı o? Lakin insanlar ibret almaz. Deli oldu insanlar.

Nedir cebinizdeki para? Kağıt. Onların altın gümüştü. Şimdi bütün hükümetlerin parası kağıt. Be kağıttan para olur mu?

Misafir: Olmaz.

Şeyh Nazım Efendi: Söyle Allah aşkına!

Misafir: Altın olacak.

Şeyh Nazım Efendi: Eskiden altın, gümüş, ve bakırdı. E şimdi ne zenginidir? Efendim, dolar zenginidir. “Dolar” dediği nedir? Kağıdın üstünde basılı mühürlü kağıttır.

Peki, Allah akibetinizi de hayreylesin! Ziyaretiniz makbul olsun! Benim değneğim orada mı? (Şeyh Efendi misafirlerine biat vermek için değneğini onlara doğru uzatır.) Öyle elinizi koyun. Allah bizi imandan İslamdan ayırmasın! Buraya kadar zahmet edip geldiniz. Allah dünyanızı da mamur etsin, ahiretinizi de mamur etsin! Düşman eline düşürtmesin! Hastalıklara, hastanelere düşürtmesin! Yataklarda esir etmesin!

Aman Ya Rabbi! İnsanlar içinde bizi rezil etme, Ya Rabbi!

(Biat)

Bismillahirrahmanirrahim.

Allah Hu Allah Hu Allah Hu Hakk

Allah Hu Allah Hu Allah Hu Hakk

Allah Hu Allah Hu Allah Hu Hakk

Hasbunallahu Ve Nimel Vekil. La Havle Ve La Kuvvete Illa Billahil Allıyyıl Azim.

El-Fatiha.

Allahümme Sebbithum Alel Hakk

Allahümme Sebbithum Alel Hakk

Allahümme Şebbitna Alel Hakk

Fatiha.

(Rahmetli Aydın Efendi'nin ögrencileri soruyorlar:)

Misafir: Seyyid bir zattı. Acayip hali olan bir kimseydi.

Şeyh Nazım Efendi: Maşallah! Aydın Efendi ile Hicaza ben çok yoldaşlık yaptım. Edebi yerinde.

Misafir: Ama anlaşılamadı, Efendim.

Şeyh Nazım Efendi: Öfkelendigini görmedim. Ben de ömrümde öfkelenmeden durmuyorum. (Şeyh Efendi güler.) Gelene gidene söverim. Ne yapalım? Kalem yüklü değil benden artık.

Misafir: Silsilede Aydın Efendi'yi sayalım mı Efendim?

Şeyh Nazım Efendi: Efendim?

Misafir: Silsilede Aydın Efendiyi sayalım mı yine. Devam edelim mi?

Şeyh Nazım Efendi: Ne der?

Misafir2: "Silsilede Aydın Efendi'yi sayalım mı?" diyor.

Şeyh Nazım Efendi: Tabii...

Misafir: Sizden sonra sayacağız değil mi Efendim?

Şeyh Nazım Efendi: Efendim?

Misafir: Sizden sonra onu sayabiliriz yani?

Şeyh Nazım Efendi: Şimdi onun yerinde insan tayin ettirdik.

Misafir: Evet.

Şeyh Nazım Efendi: Kim yaptırırsa zikir, izin verdim.

Misafir: Evet. Aydın Efendiyi de sayacağız değil mi? Rabıtayı da yapabiliriz değil mi Efendim?

Şeyh Nazım Efendi: Ne?

Misafir: Rabıtayı Aydın Efendiye yapabiliriz değil mi?

Şeyh Nazım Efendi: Kaldırmaz!

Misafir: Kaldırmaz mı?

Şeyh Nazım Efendi: Çekemez. Şimdi rabıtayı sen Ravzatu Şerife’ye yap sen! Anladın?

Misafir: Anladım.

Şeyh Nazım Efendi: Boşver, çekemez şimdi. Yedi başlı evliya olsa bu milletin Rabıtasını tutamıyor şimdi. Titriyorum ben de; Peygamber Efendimizedir. Ravzada böyle oturup, “Peygamberimizin (s.a.v) Kalb-i Şerifine bakıyorum” diye gelir size, kuvvet gelir ve yürütür. E şimdi küçük bir lokomotif yüz tane vagonu taşır mı? Taşıyamaz. Alamet bir şey ister önünde.Şimdi alametlerin hepsi (gitti). Bana gelenlere ben öfkelenirim. Bana gelip te “Şeyhim” diyerekten gelme. Şeyhlerin hepsi türbelerde yatıyor.

Bize ne yaptılar? Bize ne dediler? İşte seksen senedir kapılarındayım. O mübarekler giderken büyük Şeyhimiz o kapının dışına bir kasa koydu. İçeriye nereden gireceksin?! Sonra “Sen burada otur da gelen gideni savuştur savuştur” dediler. E biz ne, şeyhliğimiz ne? Ne şeyhi?! Hepsi içeride. Biz de kapıda gelen gidene...kimisine söverim, kimisine sayarım. Biraz daha fazla ileriye giderse bundan başlayacağım sövmeye (Şeyh Efendi bastonuyla oradaki bir misafirin başındaki taca vurur).

Allah sizden Razı olsun! Iyi gün göstersin size!

Beylerinizi gözetin. Hanımlar, çok sokağa çıkmayın! Süslenmeyin! Kokularla dışarı çıkmayın! Melaike-i Kiram rahatsız olur, şeytanlar sevinir. Beylerinize bakın! Çocuklarınıza bakın! Akibetiniz hayrolsun! Mekanınız Cennetül Fırdevs olsun! Peygamber (s.a.v.) sancağının altında da buluşalım, ahirette de! Bana da dua yapın, ben zayıf olmuşum. Ya zayıf olmuşum, çocuk değiliz. Siz hepiniz benim torunum yerinde varsınız, ve torunumun torunu olanlarınız da var.

Benim dediğime bak: büyük şehirlerin hepsinde tehlike var! Uzaklaş! Çünkü eski İstanbul ile ilgili bana gelen haber var da söylüyorum. Şimdi İstanbul'un eski İstanbul'a ne havadan bombardıman yapabilir ne zelzele dokunabilir. Bu surların içinde eski İstanbul var. Ben İstanbul’a gittiğimde 40'ta gitti, 1940. Nüfusu ne kadardı? Ikiyüzelli bin kişiydi. Koca İstanbul, payitaht. Şimdi kaç kişi?

Misafir: 20 Milyon.

Şeyh Nazım Efendi: E yirmi milyonu kaldırır mı o memleket?! Eski bina camiler, eski yapılar muhafaza altındadır. Dikkat edin! Zelzele var oraya (Istanbul’a). Zelzele muhakkak vuracak İstanbul'u. Bu gökdelenler, beton binalar, bir böyle yaptı mı (sallandımı) hepsi aşağıya gidecek. Onun için ben diyorum: Ey İstanbul’da lüzumsuz yere duran insanlar! Kendi yurtlarını bırakıp İstanbul’a gelenler! Dikkat ediniz. Bir sallantı olursa hepsiniz de dalacaksınız şeyin altına.

Anadoluya, köyünüze kentinize (dönün)! Yirmi milyona yemek, ekmek, su, gaz, elektrik nereden yetiştirir hükümetler? Olmaz! Bizden söylemesidir. Zaten bilirler kendileri de İstanbul’un sallanacağını. Sallandığında o büyük binalar durur mu? Baksana Japonu ne yaptı?

Misafir: Aldı götürdü.

Şeyh Nazım Efendi: Alır götürür! Bizim Marmara sağlam değil ha! Marmaranın altı da volkandır. Gölcük'ü batırdı ya! Bir parça salladı ve Gölcük battı. Onun altındaki vokandandı; adı zelzele değil. Nereden bilebilirsin? Karadenizden mi gelir, Marmaradan mı gelir, Akdenizden mi gelir bilemezsin ki. Nereden bileceksin? Yani olacak! Herkes Anadoluya (dönsün)! Orada kuru ekmek ye. İstanbul’da bekleme! Başına düşsün. İşte bu. Bizim söyleyecegimiz bunlardır. Bize bildirilen, yukarıdan gelen haberi söylerim ben; gazete okuyup söylemem size.

Onun için dikkat et! Evliya çok; gitsin sorsunlar onlara! Efendim, İstanbul'da da var; yedi kişi var orada, ejderha! Görevi olanlar var! Sorsunlar (onlara) bilirlerse. Anadolu’da da 700 tane var. Osmanlının torunlarısınız siz. Onun için sizi gözetmeye 700 tane vardır. Her vilayette yedi tane. Kaç tane vilayet var?

Misafir: 81...82?

Şeyh Nazım Efendi: 82, ya 80 de. On taneden 800 evliya var! Allah gözetsin. Akibetiniz hayrolsun. Amin. Hadi hepinize izin verdim şimdi!

UA-984942-2